10 Soruda Yardımcı Doçentlik Düzenlemesi

10 Soruda Yardımcı Doçentlik Düzenlemesi

1. Yardımcı doçentlik kalktı mı?

Hayır, daha kalkmadı. Ancak kaldırılmasını öngören yasa teklifi TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’na sunuldu. Komisyonda görüşülmesine devam ediliyor.

2. Yardımcı doçentliğin yerine ne getiriliyor?

Teklife göre tüm yardımcı doçentlerin “doktor öğretim görevlisi” kadrosuna geçirilmesi planlanıyor.

3. Bu düzenlemenin gerekçesi nedir?

Teklifin gerekçesine baktığımızda karşımıza 3 temel gerekçe çıkıyor. İlki “yardımcı doçentliğin” doçentin yardımcısı şeklinde algılanması, ikincisi bu düzenleme ile doçentlik süreçlerinin hızlanacağı ve üçüncü gerekçe olarak da yükseköğretim kurumlarının daha rekabetçi ve özerk bir yapıya kavuşacağı belirtiliyor.

4. Bu gerekçeleri kenarda tutarsak, söz konusu teklif lafzının dışında örtük amaç ve hedefler olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette söyleyebiliriz. Bunun için 18.06.2017 tarihinde TBMM’de kabul edilen düzenlemeyi hatırlamamız gerekmektedir. Söz konusu yasa ile güvencesiz istihdamın kristalize hali olan 50/d ile istihdam araştırma görevlileri için temel istihdam haline getirilmiş, doktoralı araştırma görevlilerinin sadece %20’sinin yardımcı doçentliğe/doktor öğretim görevlisine yükselebilmesi sağlanmış, “doktora sonrası araştırmacı” adı altında yardımcı doçentliğe/doktor öğretim görevlisine geçirilmeyenler için esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılmış ve son olarak performans denetimi akademik yükselmenin temel kriteri haline getirilmiştir. Dolayısıyla her iki düzenlemeyi birlikte ele aldığımızda karşımıza “doktor öğretim görevlisi” kadrosunun, 4 yıllık sözleşme statüsü olmasına rağmen zaman içerisinde “ayrıcalıklı” bir kadroya dönüşmesinin ve güvencesiz istihdamın pekiştirilmesinin hedeflendiğini söylemek mümkündür.

5. Yardımcı doçentlik ve “doktor öğretim görevlisi” kadrosu arasındaki temel farklar nelerdir?

Yardımcı doçentlik kadrosu 3 yıllık sözleşme sürelerinde atanmayı düzenlemişken, yasa teklifi ile “doktor öğretim görevlisi” kadrosunda bu süre 4 yıla çıkarılmak isteniyor. Bununla birlikte yabancı dil koşulunda asgari 55 puanı belirleniyor ve bu puanın üzerine çıkma yetkisini üniversitelere devrediyor. Ayrıca “doktor öğretim görevlisi” kadrosuna dair mali iyileştirmeler yapılması da amaçlanıyor.

6. Yabancı dil puanının aşağıya çekilmesi nedeniyle kadrolaşmanın hızlanacağı yönünde eleştiriler var. Bu konuda ne söylenebilir?

Üniversitelerde uzun süredir ciddi bir kadrolaşma var ve son bir yılda da bu kadrolaşmaya eşlik eden ciddi bir tasfiye bulunmaktadır. Mesleğinin gereğini hakkıyla yerine getirmek isteyen çok sayıda akademisyen çeşitli hukuksuz bahanelerle, ihraç politikasıyla, trajikomik disiplin soruşturmalarıyla işten atılmış, kalanlar ise yoğun bir baskıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Diğer taraftan ise niteliksiz, akademiyi memuriyet olarak gören, siyasi iktidara ya da rektörlere yakın kişilerin akademideki varlıkları skandal örneklerle basına yansımaktadır. Hal böyleyken yabancı dil puanının aşağıya çekilmesi ve üniversitelerin bu kriteri yukarı çekmek için yetkilendirilmesi, üniversite adını sadece tabelasındaki ifade nedeniyle hak eden çok sayıda üniversitede kadrolaşmayı hızlandıracaktır. Buna ilaveten, hali hazırda rektörlükler tarafından ilan edilen yardımcı doçentlik kadrosu yerine, “doktor öğretim görevlisi” kadrosunun YÖK tarafından ilan edilmesi düzenlenmiştir. Yetkinin doğrudan YÖK’e verilmek istenmesinin, özellikle siyasi iktidar tarafından “yerli ve milli” değerlendirilmeyen büyük üniversitelerde yukarıdan müdahaleye ve kadrolaşmaya zemin hazırladığını görmemiz gerekmektedir.

7. Doktor öğretim görevliliği olumlu bir düzenleme mi? Yardımcı doçentlerin sorunlarına çözüm üretecek mi?

İlk bakışta olumlu bir düzenleme gibi görünse ve makyajlaması iyi olsa da pratikte sorunların derinleşeceği su götürmez bir gerçektir. Şöyle ki, sadece mevcut yardımcı doçentlerin, “doktor öğretim görevlisi” kadrosuna geçirileceği ifade edilmekte, yıllardır kadro bekleyen doktor araştırma görevlileri yok sayılmaktadır. Bunun dışında 4. soruyu yanıtlarken ifade ettiğimiz üzere adı her ne olursa olsun doktorasını tamamlayanların akademik yükselmeleri zorlaştırılmış ve güvencesiz istihdama mahkum edilmeleri sağlanmıştır. Bunun için de daha önce “doktora sonrası araştırmacı” kadrosunda olduğu gibi “doktor öğretim görevlisi” kadrosunda da ücretlerde makyajlama yoluna başvurulmuştur. Özelleştirme süreçlerinden çok iyi bildiğimiz bu taktiğin sonuçları emekçiler açısından her zaman olumsuz olmuştur. Hali hazırda yardımcı doçentlerin en temel sorunu güvencesiz istihdam ve ders yüklerinin ağır olmasıdır. Ancak bu düzenleme ile her iki sorunu çözecek bir adım atılmamaktadır.

8. Atanma süresinin 4 yıla çıkarılması olumlu değil mi?

Elbette olumlu bir şeydir. Ancak bu sistemi biraz sorguladığımızda başka bir tabloyla karşılaşmaktayız. Süre sınırının amacı, ilgili akademisyenlerin doçentlik kadrosuna geçişini hızlandırmayı amaçlamaktadır. Fakat söz konusu süre 3 yıl da olsa 4 yıl da olsa, işten atma tehdidine dönüşmekte ve akademisyen üzerinde baskı kurma aracı olarak kullanılmaktadır. Akademisyenler sözleşmesinin yenilenmesi için bu iktidar ilişkilerine rıza göstermeye zorlanmakta ve özgürce bilim üretmesi engellenmektedir. Dolayısıyla her defasında 4’er yıllık sürelerle yeniden kadrosuna atanabilen bir akademisyen karşımızda dururken, bu sürenin hangi kritere göre 4 yıl ya da 5 yıl olarak belirlendiği sorusu yanıtsız kalmaktadır. Bu denetimin tek amacı makbul akademisyen yaratmaktır ve “yardımcı doçentlik” kadrosu oluşturulurken belirlenen amaçlar, hedefler korunmaktadır.

9. Yeni “doçentlik” sistemi nasıl olacak?

Doçentlikte sadece sözlü sınav kalkmış gibi bir algı yaratılmıştı. Oysa kanun teklifi metninde “Üniversitelerarası Kurulca yeterli yayın ve çalışmaya sahip olduğuna karar verilen adaylara doçentlik yeterlilik belgesi verilir” düzenlemesine gidilmiştir. Fakat doçentlik yeterlilik belgesi alan akademisyenin doçentlik kadrosuna atanmaması durumunda unvan ve özlük haklarını kullanıp kullanamayacağı belirsiz bırakılmıştır.

Mevcut durumda doçentlik sınavı, eser incelemesi ve sözlü sınav olmak üzere iki aşamalı gerçekleştirilmektedir. Başvurusu kabul edilenler, Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenen jürinin yaptığı eser incelemesinden başarılı olmalı, ardından da sözlü sınavda başarılı olduğu takdirde doçent unvanı alabilmektedir. Ancak, adaylar dosya hazırlama aşamasında sadece makale sayısı, bildiri sayısı, verdiği ders sayısı gibi nicel değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Akademideki hiyerarşik yapılanmanın sonucunda ise bu nicel kriterleri sağlamak adına hocanın öğrencisinin makalesine -emeği olmadığı halde- ismini yazdırması gibi kabul edilemeyecek durumlar yaşanmakta, bir kişinin aynı dergide çok yazarlı 4-5 makalede ismine rastlanabilmektedir.

Bilindiği üzere mevcut sisteme dair en yoğun eleştirimiz, adayların kriter ve zorunluluklar içinde birer puan avcısına dönüştürülmesidir. Doçentlik sürecinin kendisi bilimsel yetkinleşme, bilimsel ilerleme iken bu kriterler bilim insanlarını nicelikçe ağır, yüksek puanlar getirecek çalışmalara yönlendirmektedir. Pek tabi ki bu zorlamaların sonucunda “akademik atıf çeteleri” ortaya çıkmaktadır. Örneğin en son Trabzon’da yayınlanan “Energy Education Science and Technology Part A” ve “Energy Education Science and Technology Part B” isimli fen ve sosyal alanlarda yayın yapan iki dergi “akademik atıf çetesi marifetiyle” bir yılda 129 atıf alarak dünyanın en etkili iki dergisi olan Nature’dan (122) ve Science’den (90) daha fazla atıf almışlardır. 450-500 TL fiyatlarla ÜAK puan sistemine uygun makale yayınlayan ve bunun reklamını yapan dergileri de düşündüğümüzde getirilecek sistemin akademide niteliği değil yayın ve atıf çetelerini güçlendireceği açıktır.

10. Eğitim Sen olarak talebimiz nedir?

Akademik çalışma ortamı; hiyerarşik yapılanmadan kurtarılmalı, ast-üst ilişkisi yerine birlikte üretim esas olmalıdır. Akademik unvanlar; hiyerarşik göstergelere dönüştürülmemeli, ticari nüfuz kaynağı olmamalıdır. İş güvencesi garanti altına alınmalıdır.

Akademik yükseltmeler indeks şartı ve yayın sayısı gibi salt nicel göstergelere göre değil, bilimsel nitelikler esas alınarak nesnel ölçütlere ve bağımsız jürilerin kararlarına göre yapılmalıdır. Bilgi üretimine katkıyı, toplumsal katkıyı esas alan, işin niteliğini dikkate alan bir bilimsel değerleme sistemi oluşturulmalıdır.

Nitelikli eğitim, eleştirel düşünce ve yaratıcı araştırmanın yolu; standardizasyon ve akreditasyondan/dışsal denetimden değil, demokratik katılım ve kamusal denetimden geçmektedir. Etkinliklerin/işin en iyi denetim yolu; akademik topluluğun öğrencisi ve tüm çalışanlarıyla demokratik kurullar yoluyla değerlendirme ve denetimi; bilimsel özgürlüğü ve kurumsal özerkliği zedelemeden bunun kamu denetimiyle desteklenmesidir.

Üniversitenin niteliği öğrenciye, çalışanlarına ve topluma kazandırdığı değerlerle anılmalıdır. Bu değerler tek tipleştirici, standartlaştırıcı kriterlerle sayısallaştırılarak değil; akademik etik, sosyal yarar ve çok seslilik temelinde olumsal biçimde şekillenmelidir.

Akademik yükseltme ve atama sistemi, akademisyenlerden beklenen şu beş temel işlev üzerinden yapmalıdır:

  • Bilgi üretme (araştırma yapma)
  • Üretilen bilgi ve düşünceleri paylaşma (ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılara katılma, bildiri sunma; kitap ve makale yazma; alana katkı; alandaki bilimsel yayınları izleme; ilgili meslek kuruluşlarına üye olma vb.)
  • Ürettiği ve edindiği bilgileri öğretme (ders verme; yüksek lisans ve doktora tezleri yönetme)
  • Akademik yaşama diğer katkılarda bulunma (yönetim görevi üstlenme, komisyon, jüri ve bilim kurulu üyeliği yapma; bilimsel dergilerde hakem olma, danışmanlık yapma vb.).
  • Bilimsellik ve bilimsel etik sorumluluğu ile saygınlığını koruma.

Dolayısıyla akademik yayınların değerlendirilmesinde, yayının nerede yayımlandığından çok içeriği; alana, topluma ve insanlığa katkısı öne çıkmalıdır.

Benzer İçerikler

Bizi Takip Edin

En Üste Çık