Doçentlik Kriterlerini Yargıya Taşıdık!

Doçentlik Kriterlerini Yargıya Taşıdık!

Akademik yaşamın en önemli basamaklarından biri olan doçentlik unvanı, doktorasını bitirmiş bilim insanlarının çeşitli kriterleri sağlayarak elde ettikleri bir unvandır. Doçentliğe yükselme dünyanın farklı ülkelerinde çeşitli yöntemlerle uygulanmaktadır. Türkiye’deki uygulama ise dünya örneklerinden farklılaşmaktadır. Türkiye’deki doçentlik sınavları temel olarak adayların çeşitli kriterlere göre elde ettiği puanlara bağlı olmaktadır. Yeterli puanı sağlayan aday doçentlik sınavına başvurmaya hak kazanmaktadır.

Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı’nın 31.12.2015 tarihinde web sayfasından duyurduğu ve 2016 Ekim dönemi doçentlik başvurularından itibaren uygulanacağını belirttiği şartlara göre doçent adayı 100 puan toplayarak doçentlik sınavına başvurabilecektir.

2016 Ekim ayından itibaren yürürlükten kalkacak olan doçentlik kriterlerine göre bir aday sınava başvurmak için 6 puan toplamak durumundadır. Bu altı puanı toplama imkanları uluslararası ve ulusal yayınlara bağlanmakta ve uluslararası endekslerde yer alan yayınlar ulusal endeksli yayınlara göre daha yüksek puanlara tekabül etmektedir. Ekim 2016’dan itibaren geçerli olacak düzenlemeye göre ise doçent adayı 100 puan toplayarak doçentlik sınavına başvurabilmektedir. Söz konusu 100 puanın toplanmasında da yine uluslararası endekslerde yer alan yayınlar ulusal yayınlara göre daha yüksek puanlara tekabül etmektedir. Doçentlik kriterleriyle ilgili bir diğer yenilik ise doçent adayının lisansüstü tezlerinden türeteceği çalışmalar ile ilgilidir. 2016 Ekim’inden önceki kriterlere göre yapılacak yayınların lisansüstü tezlerden üretilmemiş olması şartı varken, 2016 Ekim ayında yürürlüğe girecek olan kriterlere göre lisansüstü tezlerden yayın zorunluluğu getirilmiştir. Yine getirilen yeni zorunluluklar arasında tanınmış uluslararası veya ulusal yayın evleri tarafından basılmış kitap ya da kitap içi bölüm zorunluluğu, altı puana tekabül edecek atıf zorunluluğu, ulusal ya da uluslararası bilimsel toplantılarda en az beş puana tekabül edecek sözlü bildiri zorunluluğu, bir dönem ders vermiş olma zorunluluğu (ön lisans, lisans, yüksek lisans veya doktora) gibi zorunluluklar bulunmaktadır.

Türkiye’deki üniversiter sistemin niteliği değil, niceli önemseyen yayın ve proje saplantısı bilim insanlarını yaptıkları işe yabancılaştırmakta, kamu yararını gözeten bilimsel çalışmalar yerini piyasacı dinamiklerle güdülenmiş çalışmalara bırakmaktadır. Yine piyasada karşılığı/karlılığı bulunmayabilen felsefe, tarih, sanat vb. alanlarda mevcut doçentlik kriterleri bilim insanlarını alanlarına yabancılaştırmaktadır. Adaylar bütün bu kriter ve zorunluluklar içinde birer puan avcısına dönüştürülmektedir. Doçentlik sürecinin kendisi bilimsel yetkinleşme, bilimsel ilerleme iken bu kriterler bilim insanlarını nicelikçe ağır, yüksek puanlar getirecek çalışmalara yönlendirmektedir. Pek tabi ki bu zorlamaların sonucunda “akademik atıf çeteleri” ortaya çıkmaktadır. En son Trabzon’da yayınlanan “Energy Education Science and Technology Part A” ve “Energy Education Science and Technology Part B” isimli fen ve sosyal alanlarda yayın yapan iki dergi “akademik atıf çetesi marifetiyle” bir yılda 129 atıf alarak dünyanın en etkili iki dergisi olan Nature’dan (122) ve Science’den (90) daha fazla atıf almışlardır. Bu durumun fark edilmesiyle söz konusu dergi Web of Science veri tabanının yer aldığı ISI (Institute for Scientific Information) endeksinden çıkarılmıştır. Öte yandan buralardaki yayınlara dayanarak akademik ilerlemesini gerçekleştirenler hakkında YÖK hiçbir şey yapmamaktadır.

Üstelik değiştirilen kriterlerle birlikte adayların bugüne kadar yürüttüğü akademik çalışmalar da değersizleştirilmektedir. Son yapılan değişikliklerle birlikte çok sayıda akademisyen, Ekim 2016’ya kadar kriterleri sağlayabilmek için yoğun gayret göstermek zorunda bırakılmıştır. Çünkü Ekim 2016 sonrasında yürürlüğe girecek olan kriterler baz alındığında, eski kriterlerde karşılığı olan akademik çalışmalar değersizleştirilmiştir. Söz konusu kriter değişikliğinde, yeterli bir geçiş sürecinin tanınmamış olması da akademisyenlerin mağduriyetini derinleştirmiştir.

Ayrıca, 2547 sayılı yasanın 25. maddesi doçent unvanının alınmasıyla ilgili 3 şart aramaktadır;

Bir lisans diplomasını aldıktan sonra doktora veya tıpta uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilen belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış olmak,

Üniversitelerarası Kurulun her bir bilim disiplininin özelliklerini dikkate alarak belirteceği görüş çerçevesinde Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyan özgün bilimsel yayın ve çalışmalar yapmak,

Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde yapılan merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak.

Ancak yapılan değişiklikle esasen ilgili mevzuatta yer almayan, 25. maddede sınırlayıcı olarak sayılmış şartları ağırlaştıran şartlar kurala dönüştürülmektedir. Halbuki idari işlemle 2547 sayılı kanunda belirlenen koşulları ağırlaştırıcı nitelikte koşullar konulmayacağı açıktır. Bu husus mahkeme kararları ile de teyit edilmektedir. Şöyle ki;

“Diğer yandan, Üniversite Senatosunun (…) akademik personelin atanmasına ilişkin olarak Kanun ve Yönetmelikte belirlenen esasları değiştirecek yeni esaslar koyma yetkisi bulunmamaktadır. (…) (D)avalı idarece Üniversitelerinde görev yapacak profesör ve doçent ünvanlı öğretim üyelerinin bilimsel yayın ve eserlerinin belli düzeyde olmasını sağlamak, eğitimin kalitesini yükseltmek ve jüri üyelerinin tercih sıralamasının objektif kriterlere göre yapılmasını sağlamak amacıyla puanlama sistemi getirilmesi yerinde ise de, doçentlik atamalarında kanun ve yönetmeliğe aykırı olarak uluslararası düzeyde yayın yapmış olma koşulunun aranmasında hukuka uyarlık görülmemiştir.”Danıştay 8. Daire, E. 1998/4075, K. 1998/3593, K.t. 09.11.1998 (Danıştay Bilgi Bankası,www.danistay.gov.tr) 

Bir başka hukuki sorun ise 07.02.2015 tarih ve 29290 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Doçentlik Sınav Yönetmeliği’nin 3. maddesindeki düzenlemedir. Yani “Doçentlik sınavı, Üniversitelerarası Kurulca belirlenen ve Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanan bilim alanları ve kriterleri çerçevesinde yapılır.” hükmü, kanunda yönetmelikte belirtilmesi gerektiği ifade edilen şartları, Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenme ve Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylama düzeyine indirgenmesidir. Bir başka ifadeyle, söz konusu yönetmelik, bariz bir biçimde kanuna aykırı bir şekilde düzenlenmiş olup, yönetmelikte düzenlenmesi gereken bir konuyu iki idari kurumun ortak olarak yapacağı basit bir idari işlem haline getirmiştir. 

Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki ilk düzenlemenin de son düzenlemenin de gerekçesi YÖK ve ÜAK tarafından açıklanmamıştır. Halbuki yapılan değişiklikler, akademik faaliyetlere doğrudan etki etmekte, akademisyenlerin özlük hakları üzerinde sonuç doğurmaktadır. Ayrıca, akademisyenleri “puan toplayan” kişilere dönüştüren, akademik faaliyetleri de “faydacı” mantığa hapseden düzenlemeler üniversitelerimizin geleceğine de büyük darbeler indirmektedir. Akademiye yönelen bu ve benzeri uygulamalar karşısında insan, toplum, doğa yararına üniversite şiarımız doğrultusunda, doçentlik kriterlerine karşı 26.02.2016 tarihinde yargıya başvurduğumuz ve sürecin yakından takipçisi olduğumuz bilinmelidir.

Benzer İçerikler

Bizi Takip Edin

En Üste Çık